Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı, hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı ve benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bunlardan bir fırka hariç, diğerleri cehennemlik olacak (kimi az, kimi daha çok yanacak)
“Ya Resûlallah! Kurtuluşa eren fırka hangisidir?” denildi. "Benim ve ashabımın gittiği yolda olanlardır" buyurdu. (Ebû Dâvûd - Tirmizî- Nesâî - İbni Mâce)
İşte sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) in, Hulefâ-i Râşidîn'in (dört halife'nin) ve bütün sahabelerin gittiği yolda olanlara Ehl-i sünnet ve'l-cemaat ve Fırka-i Nâciye denir. Bu yoldan ayrılanlara da Fırâk-ı dâlle (sapık fırkalar) denir.
Çünkü Yüce Allah buyuruyor:
Hak'tan sonra sapıklıktan başka ne var ki! (Yunus - 32 )
Hak, Allah katında tek geçerli yol olduğundan, hak yolda olanların gönülleri nurlu, yolları aydınlık, kalpleri huzurlu, yaşamları mutlu ve genel durumları sakin olur.
Sapıklık ise şeytanî yol olduğundan, sapık ideolojilere inananların ve sapık yolda olanların gönülleri nursuz, yolları karanlık, kalpleri huzursuz, yaşamları mutsuz ve genel durumları hırçın olur.
Ne yazık ki ölümü unutup geçici dünya hayatına aldananlar ve nefislerinin tutsağı olanlar, onur, benlik ve liderlik gibi duygularını tatmin etmek için müslümanların arasına fitne, fesat tohumları saçmışlar ve Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in dışında Fırâk-ı dâlle denilen sapık fırkaların meydana çıkmasına neden olmuşlardır.
Değerli okurlarım!
Bu dünya âlemi gerçekte âhiret âleminin bir sınav salonu konumunda olduğundan, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ve gelecekte de bu tür sapıklık hareketleri olacak ve hak-bâtıl mücadelesi kıyâmete kadar devam edecektir. Bu nedenle her dönemde ve her yörede inanç ve yaşantıları İslâm'la bağdaşmayan sapıklar, din adamı, ilâhiyatçı ve akademisyen adı altında ortaya çıkacak ve yandaş medyanın desteği ile sapık görüşlerini yaymaya çalışacaklardır.
Ancak! Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Benim ümmetim kesinlikle sapıklıkta birleşmez. Aranızda görüş ayrılığı (sapıklık hareketleri) çıktığı zaman, siz en büyük (İslâmî) toplulukla birlikte olunuz. (İbni Mâce)
Değerli din kardeşlerimin medya destekli sapıkların yaldızlı sözlerine aldanmamaları için Ehl-i sünnet ve'l-cemaat inancı ile ilgili bazı temel bilgileri burada özetlemeye çalışacağım. Ancak bu öz ve kısa bilgilerle yetinmeyip daha geniş kapsamlı akâid kitaplarını okumalarını da tavsiye ederim.
Allah'a îman
Göklerin, yerlerin tek egemeni ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'ın Vücûd, Kıdem, Beka, Muhâlefetün lil havâdis, Kıyam bi nefsihi ve Vahdâniyet olmak üzere altı Zâtî ve Hayat, İlim İrade, Kudret, Sem'i, Basar, Kelâm ve Tekvîn olmak üzere sekiz de Sübûtî sıfatı vardır.
Vücûd: Allah vardır demektir ve Allah'ın varlığı vâcib'ül-vücud (zorunlu) dur. Çünkü konforlu, asansörlü apartmanların, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi beyaz eşyaların ve çeşitli elektronik cihazların, tesadüf ve rastlantılarla kendiliğinden meydana geldiğini iddia etmek, ne kadar saçmalık ve ahmaklık ise,
Dünyanın, ayın, güneşin ve milyarlarca yıldızın, tesadüf ve rastlantılarla var olduğuna ve yine tesadüf ve rastlantılarla belirli yörüngelere yerleştiğine inanmak, saçmalığın da ötesinde çılgınlıktır. İlk insan Hz. Âdem'den günümüze kadar gelip geçmiş ve kıyâmete kadar gelecek olan insanların, fiziksel yapılarının, kalıtsal kişiliklerinin, ses tonlarının, DNA moleküllerinin ve parmak izlerinin farklı olması, Yüce Allah'ın varlığının ve yaratıcı kudretinin apaçık bir kanıtı değil mi?
Kıdem: Yüce Allah Kıdem sıfatı ile ezelîdir. Diğer varlıklar ise hepsi sonradan yaratılmıştır.
Beka: Yüce Allah Beka sıfatı ile ebedîdir. Diğer varlıkların ise ömürleri belirli ve kısıtlıdır.
Muhâlefetün lil havâdis: Yüce Allah Muhâlefetün lil havâdis sıfatı ile kuşkusuz yarattığı varlıkların hiçbirine benzemez. Yüce Allah'ın eşi, dengi ve benzeri olmadığı için insanlar beyinsel yapılarındaki hayal ve evham duyguları ile kesinlikle Allah'ı bilemez ve dünya gözü ile göremezler.
Kıyam bi nefsihi: Yüce Allah'ın varlığı ve varlığının devamı Kıyam bi nefsihi sıfatı ile olduğundan, kesinlikle hiçbir şeye bağlı ve bağımlı olmayıp, varlığı kendi mukaddes zatındandır.
Vahdâniyet: Yüce Allah birdir ve sayısal açıdan bir olduğu gibi, eşi, dengi, benzeri ve ortağı olmaması açısından da birdir. Çünkü madde ve madde ötesi, canlı ve cansız bütün varlıkları yaratan, yöneten ve dilediği gibi yönlendiren O'dur ve O'ndan başka ilah yoktur.
Hayat: Canlılık, dirilik demektir. Bizim hayatımız öncelikle solunum ve dolaşım gibi sistemlere ve belirli organlara, sonra havaya, suya ve gıdalara bağlıdır. Eğer bu sistemlerimiz ve organlarımız çalışmasa ya da havasız, susuz, gıdasız kalsak yaşayamayız ve ölürüz ama,
Yüce Allah'ın hayatı bir şeye bağlı olmayıp kendi zatından olduğundan, O ebedîdir ve ezelîdir.
İlim: Bilim ve bilmek demektir. Yüce Allah ilim sıfatı ile küçük, büyük, gizli ve açık her şeyi bilir. Çünkü O'nun ilim sıfatı sonsuz ve sınırsızdır.
Karanlık gecede, kara taşın üstündeki kara karıncayı bilen Allah, yerdeki ve göklerdeki katı, sıvı ve gaz halindeki bütün atomları ve atomların çekirdeğindeki protonları, nötronları ve çekirdeğin etrafında dönen elektronları da bilir.
Semi': Duymak demektir. Yüce Allah Semi' sıfatı ile göklerdeki ve yerdeki en gizli ses ve sözleri duyduğu gibi, gönül dili ile yapılan konuşmaları da yani kalbimizden geçenleri de duyar.
İnsanların işitme duygusu kısıtlı olduğundan, biz ancak yakınımızdaki sesleri duyar ve yine ancak bir kişiyi dinleyebiliriz. Beş on kişi birden konuşmaya kalkışırsa, sesler birbirine karıştığı gibi bizim kafamız da karışır ve konuşulanların hiçbirini anlayamayız.
Yüce Allah, yeryüzündeki bütün insanların sevab ya da günah içeren sözlerini duyduğu gibi, karadaki hayvanların, denizdeki balıkların, uçan kuşların ve göklerdeki meleklerin zikir, tesbihat ve dualarını da duyar ve gerekeni yapar.
Basar: Görmek demektir. Yüce Allah Basar sıfatı ile dünyayı, ayı, güneşi, yıldızları ve galaksileri gördüğü gibi, atomları, hücreleri, hücrenin çekirdeğindeki kromozomları, genleri, 'DNA' ları ve içimizdeki virüsleri de görür. Yüce Allah katında büyük ile küçük, renkli ile renksiz ve gizli ile açık arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü hepsini yaratan ve yöneten O'dur.
İrade: Dilemek, istemek demektir. Yüce Allah bir şeyi irade ettiği zaman ona sadece "ol" der ve o da hemen oluverir. Yerdeki ve göklerdeki canlı ve cansız bütün varlıklar İlahî iradeye boyun eğer ve İlahî irade doğrultusunda hareket eder. Aksi halde tüm dengeler, düzenler bozulur, varlıklar birbirine karışır ve korkunç bir kaos, kargaşa ortamı oluşur.
Kudret: Güç, kuvvet demektir. Sonsuz ve sınırsız kudret sahibi olan Allah, takdir ettiği her şeyi derhal yapar. Çünkü O'nun kudretini engelleyecek ya da erteleyecek bir güç yok ki!
Gökleri, yerleri yaratan ve bütün varlıkları yörüngelerine oturtan Allah, dilediği an kıyâmeti koparır, tüm dengeleri bozar ve yine dilediği an bütün canlıları tekrar diriltir ve mahşer yerinde toplar. Bütün âlemleri yaratan, yöneten ve dilediği gibi yöneten Yüce Allah'ın sonsuz ve sınırsız kudreti karşısında, bizler gerçekten çok güçsüzüz. Bırakalım dünyayı, ayı, güneşi ve yıldızları yönetmeyi, atmosferik olaylara bile müdahale edemeyiz, rüzgârların ve bulutların yönünü değiştiremeyiz. Bu gerçekler karşısında Rabbimizin emirlerine boyun eğmenin dışında bir seçeneğimiz var mı?
Kelâm: Bir anlam taşıyan söz demektir. Yüce Allah Kelâm sıfatı ile konuşur ve dilediği varlıklara vahiy ya da ilham şeklinde sözünü duyurur. Kuşkusuz Allah'ın konuşması, bizim konuşmamıza benzemez. Çünkü Yüce Allah bizim gibi beyinden yönetilen sinir hücrelerinin, ses tellerinin, dilin, dişlerin ve damakların yardımı ile değil, ezelî olan Kelâm sıfatı ile konuşur ve bu konuşmada harf, hece ve kelimelerden meydana gelen farklı sesler değil sadece mana (anlam) vardır.
Tekvîn: Yoktan var etmek, yaratmak demektir. Yoktan var edip yaratmak ve var olan bir şeyi yok etmek, sadece Allah’a ait bir özelliktir. Çünkü Yüce Allah dilediği an, dilediği varlıkları Tekvîn sıfatı ile yoktan var edip yaratır ve yine dilediği an dilediği varlıkları tekrar yok eder.
Bütün melekler, cinler ve insanlar bir araya gelseler ve güç birliği yapsalar, olmayan bir şeyi yoktan var edip yaratamaz ve var olan bir zerreyi (atomu) yok edemezler. Çünkü Allah'ın yarattığı tek bir atom kesinlikle yok olmaz, sadece enerjiye dönüşür.
Meleklere îman
Madde ötesi nurdan yaratılan melekler yemezler, içmezler havayı solumazlar, soğuktan, sıcaktan, karanlıktan ve ışıktan etkilenmezler. Organik ve duygusal açıdan erkeklik ve dişilik ayırımları olmadığı için evlenmez ve üreyip çoğalmazlar. Akıllı ve bilinçli varlıklar olan melekler, sürekli Yüce Allah'ı hamd ile tesbih eder ve emirlerine itaat edip asla isyan etmezler.
Kitaplara îman
Yüce Allah kullarını uyarmak ve emirlerini, yasaklarını bildirmek üzere peygamberlere 104 kitab göndermiştir. Bunların dördüne büyük kitab ve diğerlerine suhuf denir.
Dört büyük kitab (tarihsel sıralamaya göre), Tevrat, Zebûr, İncil ve Kur'an'dır. Kur'an, son İlâhi kitab olduğundan ve O'ndan sonra başka İlâhi kitab gelmeyeceğinden, Allah'ın kesin koruması altındadır. Bu nedenle tek bir harfi değişmeden günümüze kadar orijinal aslını koruduğu gibi, kıyâmete kadar koruyacak ve okunup uygulanacaktır.
Diğer kitaplar zamanla tahrifata (değişikliğe) uğraya uğraya asıllarını yitirdikleri ve yürürlükten kaldırıldıkları halde, biz onların asıllarına inanır ve saygı duyarız.
Peygamberlere îman
Peygamberler ruhlar âleminde İlâhi seçimle belirlenmiş mânevî liderlerdir. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem ve son peygamber Hz. Muhammed'dir. İkisinin arasındaki peygamberlerin sayısı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Kur'an-ı Kerim'de her ümmete (topluma) peygamber gönderildiği ve bazı hadîs-i şerîflerde de sayılarının 124.000 ya da 224.000 olduğu bildirilmiştir.
Peygamberlerin hepsi akıllı (süper zekâlı), mâsûm (günahlardan korunmuş), sâdık (dosdoğru), emin (güvenilir) ve âdil olup, hiç kimseden çekinmeden tebliğ görevini yapmışlardır. Aralarında ayırım yapmadan peygamberlerin hepsine inanıp îman eder, sever ve sayarız.
Âhirete îman
Kıyâmet olayından sonra Hz. İsrâfil ikinci defa Sûr'a üfleyince, insanlar yeniden diriltilip kabirlerinden kaldırılacak ve işte o zaman sonsuzluk âlemi olan âhiret hayatı başlayacak.
Dünyada insanları toprak maddelerinden (belirli elementlerden) yaratan Allah, ölüp çürüyen ve asıllarına (toprak maddelerine) dönüşen insanları, tekrar aynı maddelerden yaratacak ve korku ile kabirlerinden fırlayanlar yargılanmak üzere mahşer yerinde toplanacak.
Kabir hayatı
İnsanlığın ortak kaderi olan ölümü herkes tadacak ve öldüğü an adı cenaze olacak. Yıllarca didinip kazandığı malları vârislere bırakacak ve zavallı bir kefene sarılıp âhiret yolculuğuna çıkacak.
Âhiret âleminin giriş kapısı olan kabre konduğu zaman ve dostları gidip yalnız kaldığı zaman, Münker, Nekîr gelip kimlik kontrolü yapacak ve "Rabbin kimdir?” diye soracak.
İnançlı, bilinçli bir kişi ise, İslâm'ı yaşayan gerçek bir müslüman ise, korkmadan, şaşırmadan cevap verecek, Rabbim Allah, dinim İslâm ve peygamberim Muhammed aleyhisselâm diyecek.
Melekler sevinip hoş geldin diyecek ve kabri nur gibi aydınlanıp cennet bahçesine dönüşecek. İnançsız sapık bir kişi ise, İslâm karşıtı sahte çağdaş ise, korkudan şok olup kalacak ve Allah'ı, dinini, peygamberini bilemeyecek. Melekler “Yazıklar olsun! Boşuna yaşamışsın” diye çekilip giderken, kabri cehennem çukuruna dönüşecek ve kıyâmete kadar azap çekecek
Mahşer, Sırat, Cennet ve Cehennem
Hz. İsrâfil Sûr'a üfleyince, insanlar yeniden dirilip kabirlerinden fırlayacak ve mahşer yerinde toplanacak. Önce amel defterleri dağılacak, sonra Mîzan kurulup sevaplar, günahlar tartılacak.
Cehennemin üzerine Sırat Köprüsü kurulacak ve mahşer yerinde sevaplar-günahlar tartıldıktan sonra zorunlu olarak herkes bu köprüden geçecek.
İnkârcılar ve günahı çok olanlar Sırat'ı geçemeyip cehenneme yuvarlanırken, günahı daha az olanlar yana yana köprüyü geçmeye çalışacak. Dünyada tevbe edip günahlarından arınanlar ve İlâhi emirler doğrultusunda yaşayanlar ise, mânevî derecelerine göre süratle köprüyü geçip o güzelim cennete kavuşacak ve orada ebedî mutlu olacaklar.
Amel ve îman
Ehl-i sünnet inancına göre ameller (uygulamalar) îmana dâhil değildir. Farzları yerine getirmeyen ya da haram işleyen (örneğin oruç tutmayan, dışarıda açık saçık gezen) ler, orucun farz ve açık gezmenin haram olduğunu kabul ederlerse, dinden çıkıp kâfir olmazlar. Ancak fâsık ve günahkâr olurlar ve tevbesiz ölürlerse âhirette azabını çekerler.
Şefaat
Peygamberler, sahabeler, evliyalar, Allah yolunda şehit olanlar, ilmi ile amel eden âlimler ve Kur'an ehli olan hafızlar, Allah'ın izni ile yani Allah'ın izin verdiği kimselere şefaat edecek ve onları cehennemden kurtaracaklar. Ayrıca küçük yaşta ölen çocuklar da, annelerine, babalarına ve yakınlarına şefaat edecek ve onları almadan cennete girmeyiz diyecekler.
Ancak şefaatten sadece îmanla ölen günahkârlar yararlanacak, îmansız ölenlere şefaat edilmesi haram olduğundan; Hz. Nuh oğlu Kenan'a ve Hz. İbrahim babasına bile şefaat edemeyecek.
Kerâmet
Evliya kerâmeti haktır. Kur'an ve sünnete tabi olup, şeriatın dışına çıkmayan takvâ sahibi evliyalardan (Allah dostlarından) meydana gelen âdet dışı olağanüstü olaylara kerâmet denir. Evliyaların kerâmet göstermesi şart değildir ve evliyaların makamı kerâmetleri ile orantılı değildir.
Allah dostlarının binlerce km.lik uzak yerlere yaya olarak kısa zamanda ulaşmaları, aylarca sürecek işleri kısa bir zamanda yapmaları, suyun üstünde batmadan yürümeleri ve kızgın ateş korlarını çıplak elleri ile tutmaları, Allah'ın onlara ihsan ettiği kerâmetlerdir.
Kerâmet, Yüce Allah'ın sevdiği kullarına bir ikramıdır, Çünkü mûcizeyi de, kerâmeti de ve kullarının yaptığı işleri de halk eden Allah'dır.
Mîrac
Peygamberlerden meydana gelen âdet dışı olaylara mûcize denir. Peygamberler evliyalardan daha üstün oldukları gibi, mûcizeler de kerâmetlerden daha üstündür. İşte Mîrac olayı da bir mûcizedir ve aynı zamanda Peygamberimizin en büyük mûcizelerinden biridir. Çünkü Mîrac gecesi Peygamberimiz (s.a.v.), fizik, kimya, biyoloji ve çekim kanunlarını aşarak hiçbir peygamberin çıkamadığı yerlere ruhu ve bedeni ile çıktı ve bizim aklımızın kavrayamayacağı mânevî makamlara ulaştı.
Hilafet
Halifelik konusunu abartmak ve üzerinde aşırı derecede durmak (şiîler gibi),dinin temel ilkelerinden değildir. Çünkü bu konuda Kur'an-ı Kerim'de ve hadîs-i şerîflerde kesin bir kanıt yoktur
Aralarında ayrım yapmadan sahabelerin hepsini severiz. Çünkü onlar bu ümmete nur saçan mânevî yıldızlardır. Sahabelerden bazılarını aşırı derecede abartıp, diğerlerini aşağılamak ve hatta hakaret etmek dindarlık değil, bölücülük ve sapıklıktır. Sahabelerden her birinin farklı özellikleri vardır ve içlerinde en üstünü halifelik sırasına göre, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'dir.
Matem
İslâm'da, yakını ölen bir kimsenin üç günden ve kocası ölen kadının dört ay on günden fazla matem tutması yasaklanmıştır. Eğer İslâm'da matem tutma meşru olsaydı, öncelikle sahabeler canlarından çok sevdikleri Peygamberimiz için yıllarca matem tutar ve özellikle her yıl ölümünün yıldönümünde günlerce yas tutup ağlarlardı.
Peygamberimiz (s.a.v.) in sevgili torunu Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da vahşice şehit edilmesini lanetliyoruz. Ancak bu olay kesinlikle alevi-sünni meselesi değil, iktidar mücadelesidir. Ne yazık ki Hz. Hüseyin'i şehit edenler de sünniler değil, Küfe'deki Hz. Ali taraftarlarıdır.
Bid'at
Peygamberimiz (s.a.v.) den ve dört halife'den sonra ortaya çıkan ve dinden olmadığı halde, dindenmiş gibi gösterilmeye çalışılan şeylere bid'at denir. Özellikle inançla ilgili bid'atlar, dinin temel ilkelerine zarar verdiği ve bölünmelere neden olduğu için bu tür bid'atları çıkaranlar lânetlenmiştir.
***
Ahmet Tomor Hocaefendi
EHL-İ SÜNNET AKAİDİ KONULU SOHBETİMİZ (2 BÖLÜM)
ความคิดเห็น