Yüce Allah buyuruyor:
(Ya Muhammed!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? (Zümer - 9)
Cehl’in karşıtı olan ilim, bilmek demektir. Bilgisiz kimseye câhil ve bilinmeyen şeye meçhul denildiği gibi, bilgili kimseye âlim ve bilinen şeye de ma’lûm denir. Câhil ile âlim bir olmadığından, Yüce Allah “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyuruyor.
Yüce Allah buyuruyor:
Allah sizden îman edenlerle, kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yüceltir. (Mücadele - 11)
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
İlim, benim ve benden önceki peygamberlerin mirâsıdır. Kim bana vâris olursa (ilim öğrenirse), cennette benimle beraberdir. (Ebû Nuaym)
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
İlminden yararlanılan bir (gerçek) âlim, bin âbid (ibâdet edici) den daha hayırlıdır. (Deylemî)
Âbidler (çok nâfile ibâdet edenler), bahçelerdeki küçük kuyulara ve ilminden yararlanılan gerçek âlimler de göl ve akarsulara benzerler. Bahçelerdeki kuyulardan sadece ev sahipleri yararlanırken, göl ve akarsulardan çevredeki bütün insanlar, hatta yolcular da yararlanırlar.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
İlim öğrenmek (erkek-kadın) her müslümana farzdır. (Taberânî - Beyhakî)
İlim öğrenmek her müslümana farzdır ama “el-ilmü” deki lâm-ı ta’rîf cins için değil ahd (belir lilik) için olduğundan, her ilmi öğrenmek farz değildir. Örneğin; kumar oynamasını, şarap içmesini ve büyü yapmasını öğrenmek farz değil, hatta haramdır.
Peki, hangi ilimleri öğrenmek farzdır?
İlmin değeri ma’lûm yani bilinen şey ile orantılı olduğundan, ırkı, rengi ve dili ne olursa olsun ergenlik çağına gelen ve akıllı olan her insanın öncelikle,
Allah’ın varlığını, birliğini, göklerin, yerin tek egemeni ve bütün âlemlerin Rabbi olduğunu ve O’ndan başka ilâh olmadığını, kalbi tatmin olacak derecede öğrenmesi ve inanması farzdır.
Sonra Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kadere yani hayır ve şerrin Allah’ın takdiri ile olduğuna ve özellikle öldükten sonra tekrar dirilip mahşer de yargılanacağını öğrenmesi ve bunların her birine kuşkusuz inanması farzdır.
Îmandan sonra abdest, gusül, namaz ve oruç gibi her müslümanın üzerine farz olan bedensel ibâdetleri, abdesti, guslü, namazı ve orucu bozan şeyleri ve bu durumda yapılması gerekenleri yeteri kadar öğrenmesi ve uygulaması her müslümana farzdır.
Namaz ve oruç gibi bedensel ibâdetlerin dışında varlıklı kimselere zekât ve hac gibi parasal ibâdetler de farz olduğundan, varlıklı kimselerin bunları da öğrenmeleri ve uygulamaları farzdır.
Annesi, babası sağ olan gençlerin ana-baba haklarını, evlenecek olan gençlerin nikâh, mehir, karı-koca hakları, boşanma ve iddet gibi konuları, ticaretle uğraşanların, helâl-haram ve alış-veriş ile ilgili konuları, işçi, esnaf ve sanatkârların meslekleri ile ilgili konuları, hanımların ve genç kızların tesettür (örtünme), âdet görme ve âdetli iken yapılması yasaklanan şeyleri öğrenmeleri farzdır.
Bu tür bilgileri öğrenmeye farz-ı ayn denir. Yani akıllı olup ergenlik çağına eren her müslümanın öncelikle bunları öğrenmesi ve uygulaması farzdır. İslâm’ın temel ilkeleri olan bu farzları bilmeyenlerin, gereksiz konularla ilgilenmeleri ve en değerli sermayeleri olan ömürlerini boşa harcamaları, gerçekten korkunç bir gaflet ve sonu pişmanlıktır.
Ayrıca dışa bağımlı olmamak için yeterli sayıdaki yetenekli müslümanların, yaşadıkları çağın bilim ve teknolojisi ile geçerli meslekleri öğrenmeleri, din düşmanlarına karşı üstünlük sağlamak için gerekli silahları üretmeleri, Kur’an-ı Kerim'i ezberlemeleri, insanları uyarıp bid’atlardan korumak için dînî bilgileri geniş kapsamlı bir şekilde öğrenmeleri farz-ı kifâyedir. İşte her toplumda yeteri kadar müslüman bunları yaparsa diğerleri sorumluluktan kurtulur, aksi halde hepsi sorumlu olur.
Farzların dışında vâcibleri öğrenmek vâcib, sünnetleri öğrenmek sünnet, müstehabları öğrenmek müstehab ve daha fazlasını öğrenmek fazilettir.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
İlim öğrenmek (nâfile) ibâdetten daha hayırlıdır. (El - Hattab)
Helâli ve haramı araştırmayanların, tuvalette temizlenmesini, abdest almasını, gusül yapmasını, namazın farzını, vâcibini, sehiv secdesi gereken yerleri bilmeyenlerin ve sünnetle bid’atı birbirinden ayırt edemeyenlerin,
Nâfile ibâdetlerle uğraşmaları, karanlık gecelerde önünü görmeden ve yönünü bilmeden körü körüne yolculuk yapmaya benzer.
Bu tür insanlar ya boşuna zahmet çeker ya sevap kazanayım derken günaha girer ya da sünnet diye bid’atlara sarılıp sapıtabilir. Bu nedenle,
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
İlimle (bilinçli) yapılan ibâdet, az da olsa insana fayda verir. İlimsiz (bilinçsiz) yapılan ibâdet çok da olsa insana bir fayda vermez. (Deylemî)
Gerçekçi olmak ve boşa kürek çekmemek için öncelikle ilim öğrenelim ama sapıklardan, fâsıklardan değil, sağlam kaynaklardan ve güvenilir âlimlerden dinimizi öğrenelim.
Yüce Allah buyuruyor:
Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse, doğruluğunu araştırın. (Hucûrat - 6)
Dinde duyarlı olmayan, beş vakit namaz gibi İlâhi emirleri yerine getirmeyen ve açıkça günah işleyen kimselere fâsık denir.
İslâm hukukunda fâsıkların şâhitliği, dinle ilgili görüşleri, sohbetleri ve fetvaları geçersiz olduğundan, âyet-i kerîmede “fâsıkın verdiği haberi araştırın, onun sözü ile amel etmeyin” buyuruluyor.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Âhir zamanda âbidler (ibâdet edenler) câhil ve âlimler (!) fâsık olacak. (Hâkim)
Âhir zamanda yani dünyanın sonu yaklaştığında, âbidler câhil, âlimler fâsık olacak, dinsel dengeler bozulacak, fetva kargaşası yaşanacak ve müslümanların kafası karışacak.
Âhir zaman (kıyâmet) yakın mı?
İslâmî toplumlara baktığımızda! Beş vakit namazın dışında nâfile namaz kılanlar, evlerde toplanıp zikir edenler, dernekler ve vakıflar kurup İslâm’a hizmet edenler, ayrıca basın, radyo, televizyon ve internet gibi çağın bilim ve teknolojisinden yararlanıp İslâmî yayınlar yapanlar,
Kapsamlı ve köklü bir dînî eğitimi almadıkları ve fıkıh ilminin inceliklerini bilmedikleri için, bazıları kaş yapayım derken göz çıkarıyor ve bazıları da sazlı, cazlı ilâhilerle dini eğlenceye alıp günaha giriyor ve bu tür çirkin bid’atların yaygınlaşmasına neden oluyorlar.
Ayrıca akademik ünvanların gölgesinde ekranların başına geçen ve kendilerini dev aynasında gören art niyetli fâsıklar da, gelip geçmiş bütün fıkıh âlimlerini, müctehidleri, Selef-i sâlihini (sahabeleri, tabiini) ve Peygamberimizi dışlayıp ve Kur’an’ı diledikleri gibi yorumlayıp kafalarına göre fetva veriyor ve zavallı müslümanların kafasını iyice karıştırıyorlar.
İçinde bulunduğumuz ve yaşadığımız bu olumsuzluklara baktığımızda!
“Âhir zaman yakın mı?” sorusuna, “evet” demenin dışında başka bir seçeneğimiz yok ki!.
Peki, bu ortamda müslümanlar ne yapıyor?
Cuma günleri on dakika önce câmiye gidip sohbet dinlemekten sıkılan müslümanlar, İslâm düşmanlığını ilke edinen kanallarda, o sapıkları can kulağı ile dinliyor ve sonra onların sapık görüşlerini gündeme taşıyıp günlerce tartışıyor.
Ne yapalım! Allah hidâyet etsin diye dua etmekten başka elimizden ne gelir ki!..
***
Ahmet Tomor Hocaefendi
İLİM ÖĞRENMENİN FAZİLETİ KONULU SOHBETİMİZ
Comments