Yüce Allah buyuruyor:
Namazı dosdoğru kılın, zekâtı tam verin. Kendiniz için hayırdan her ne gönderirseniz, onu Allah katında hazır bulursunuz. Kuşkusuz Allah yaptığınız her şeyi görür. (Bakara, 110)
Sözlükte; temizlik, nemâ (artış, bereket) anlamına gelen zekât, hicretin ikinci yılında Ramazan ayından ve oruçtan önce farz kılındı. Namaz bedensel ibâdetlerin başı olduğu gibi zekât da mâlî ibâdetlerin başı olduğundan, Kur'an'ı kerîm'in seksen iki yerinde namaz ile birlikte geçmektedir.
Zekâtın farz olması; kitab, sünnet ve icmâ-i ümmet ile sâbit olduğundan inkâr edenler dinden çıkıp kâfir olur. İnkâr etmeyip vermeyenler de günahkâr ve fâsık olur. Ayrıca gece-gündüz demeden hırsla çalışıp kazandıkları bütün malları dünyada kalacağından, ne yazık ki âhiret âlemine boş elle giderler ve orada hem pişmanlık ateşinde hem de cehennem ateşinde yanarlar.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
İslâm beş temel üzerine kurulmuştur. Kelime-i şehâdet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmaktır. (Buhârî-Müslim-Tirmizî-Nesâî)
İslâm beş temel ilke (direk) üzerine kurulmuştur ve bu ilkelerden biri de zekâttır. Zekât, belirli bir nisaba (servete) sahip olan müslümanların yılda bir defa mallarının kırkta birini (% 2,5) Allah (c.c.) rızası için yoksullara vermeleri demektir.
İslâm'ın özü ihlâstır ve bu nedenle bütün nâfile ibâdetlerin gizlice yapılması daha faziletlidir. Ancak, Allahu Ekber diye açıkça ezan okumak, beş vakit namazı camilerde cemaatle kılmak, yoksullara zekât vermek ve lebbeyk lebbeyk diye mânevî törenle hacca gitmek, bir ülkede İslâmî ilkelerin uygulandığının kanıtı olduğundan, bunların açıkça yapılması daha faziletlidir.
Mânevî sigorta
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Mallarınızı zekât ile koruyun, hastalıklarınızı sadaka ile tedavi edin ve dalgalar halinde gelen felâketleri, (Allah'a) dua ederek ve yalvararak karşılayın. (Beyhakî-Taberânî)
İslâm'da şans gibi hayâlî kavramlara dayanan ve sonucu belirsiz olan her çeşit şans oyunları ve sigorta sözleşmeleri yasaklanmış ve haram kılınmıştır. Haram kılınan şeylerde kesinlikle hiçbir hayır olmadığına göre, mânevî sigortaya sarılalım ve zekâtımızı seve seve verelim.
Yılda bir defa mânevî sigortanın taksitini yatırarak, malımızı, mülkümüzü, evimizi ve aracımızı koruma altına alalım. Evham, stres, sıkıntı, gönül darlığı ve ruhsal bunalım gibi mânevî hastalıkları gerçek fakirlere sadaka vererek tedavi edelim. Her çeşit felâketlere ve doğal âfetlere karşı da, Allah'a (c.c.) çok dua ederek ve içtenlikle yalvararak kendimizi ve yakınlarımızı korumaya çalışalım.
Zekât kimlere farzdır?
1- Müslüman olanlara: Îman etmek için insan olmak yeterlidir. Ancak zekâtın farz olması için insan olmanın ötesinde müslüman olmak da şarttır. Çünkü müslüman olmayana zekât farz değildir.
2- Hür olanlara: Kölelerin kazançları da sahiplerine ait olduğundan, onlara zekât farz değildir.
3- Akıllı olanlara: Hanefî'de doğuştan akıl hastası olanlara zekât farz değildir. Eğer erginlik çağından sonra iyileşseler, iyileştikleri tarihten bir yıl sonra zekât verirler. Erginlik çağından sonra akıl hastası olanların hastalığı bir yıl kesintisiz devam ederse, o yılın zekâtını vermezler. İmâm-ı Muhammed'e göre eğer yıl içinde sadece bir kaç gün iyileşseler de, o yılın zekâtını verirler. İmâm-ı Ebû Yusuf'a göre ise eğer yılın yarıdan çoğunda iyileşseler o zaman o yılın zekâtını verirler.
4- Erginlik çağına erenlere: Hanefî'de erginlik çağına ermeyen çocuklara, namaz, oruç ve hac gibi ibâdetler farz olmadığı gibi zekât da farz değildir. Bu nedenle velileri onların mallarından zekât vermezler.
Şâfî'de zekât kişiye değil mala ait olduğundan, malı olan akıl hastaları ile çocuklara da zekât farz olur ve velileri onların adına, onların mallarından zekâtlarını verirler.
5- Nisaba mâlik olanlara: Nisab, belirli bir ölçü, miktar demektir. Zekâtın nisabı 20 miskal altın ya da 200 dirhem gümüştür. 5 adet orta boy arpa tanesine bir kırat ve 20 kırata yani 100 adet arpa tanesine bir miskal denir. Miskalin grama çevrilmesi hesabı biraz çelişkili olmakla birlikte, 20 miskal altın ortalama 90 gr ve 200 dirhem gümüş de yaklaşık 670 gr eder.
Yiyecek, giyecek ve kira bedeli gibi zorunlu harcamalar ve borçlar çıktıktan sonra 90 gr altına, 670 gr gümüşe ya da bunlara eş değerde paraya ve ticârî mala sahip olan kimselerin yılda bir defa mallarının kırkta birini (% 2.5) zekât vermeleri farz olur.
Zekât kimlere verilir?
Yüce Allah buyuruyor:
Sadakalar (zekâtlar); fakirlere, miskinlere, onun toplanmasına âmil olanlara, müellefetü'l-kulûbe, mükâtebelere, borçlulara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalmış olanlara, Allah tarafından bir farz olarak ancak bunlara verilir. Allah alîmdir, hakîmdir. (Tevbe, 60)
Her çeşit sadakalar ve zekât sadece bu âyet-i kerîmede sayılan kimselere verileceğinden, zekâtı verirken yanlışlık yapmamamız için bunları biraz açalım ve zekâtı tam yerine vermeye çalışalım.
1- Fakirler: Hanefî'de, çalışıp çabalamakla birlikte ihtiyaç fazlası nisab miktarı altın, para ya da mala sahip olmayanlara fakir denir. Müslüman olan bu tür fakirlere zekât verilir. Şâfî'de yeme, içme, giyinme ve mesken ihtiyacını (kira bedelini) karşılayacak kadar geliri olmayana fakir denir.
2- Miskinler: Hanefî'de hiçbir malı, geliri, yiyeceği ve giyeceği olmayan ve ancak dilenerek yaşamını sürdürenlere miskin denir. Şâfî'de, az çok malı ve geliri olmakla birlikte zorunlu ihtiyacını karşılayacak kadar geliri olmayanlara miskin denir.
3- Âmiller: İslâm'da zekâtı toplamakla görevli maaşsız memurlara Âmil denir. Bunlar fakir olmasalar bile, görev yaptıkları sürece kendilerini ve ailelerini geçindirecek kadar zekât verilebilir.
4- Müellefetü'l-kulûb: Kendisi müslüman olmadığı halde müslümanları seven ve İslâm'a sıcak bakanlara müellefetü'l-kulûb denir. Kalplerini İslâm'a ısındırmak için bunlara da zekât verilir. Ancak İslâm Devleti güçlenince, Hz. Ömer'in zamanında bunlara zekât verilmesi kaldırıldı.
5- Mükâtebeler: Çalışıp ödemek koşulu ile kendisini sahibinden satın alan kölelere mükâtebe denir. Bir an önce borcunu ödeyip özgürlüğüne kavuşması için bunlara ve haksız yere cezaevlerinde yatan müslüman mücahidlere de zekât verilir.
6- Borçlular: İçki, kumar gibi haramda değil, meşrû bir şekilde borçlanan ve borcundan fazla nisab miktarı malı olmayanlara da, borçlarını ödeyecek kadar zekât verilir.
7- Allah yolunda cihad edenler: İşini gücünü bırakıp silahı, kalemi ve dili ile Allah yolunda cihad edenlere mücâhid denir. İş güç ve ekmek parası düşünmeden Allah yolunda daha fazla cihad etmeleri için bunlara da zekât verilir ve cihada katkı payı olduğundan sevabı daha fazladır.
8- Yolda kalmışlar: Memleketinde malı, mülkü olduğu halde parasını düşüren, çaldıran ya da başka nedenlerle yolda kalanlara da ihtiyaçları kadar zekât verilir.
Zekât sadece bu sekiz sınıfa verilir ve Hanefî'de herkes bu sekiz sınıftan dilediğine verir. Ancak öncelikle kardeş, amca, hala, dayı ve teyze gibi yakın akrabaların ve komşuların fakir olanlarından başlamak daha faziletlidir. Şâfî'de ise zekât ve fitre gibi farz olan sadakaların bu sekiz sınıftan üçer kişiye verilmesi zorunludur.
Zekât kimlere verilmez?
Müslüman olmayanlara verilmez: Zekât vermek zengin olan müslümanlara farz olduğu gibi zekât almak da fakir olan müslümanların hakkı olduğundan, dinsiz ateistlere, mürtedlere, müşriklere (heykellere tapanlara), yahudilere ve hıristiyanlara zekât verilmez.
Usûl ve fürû'a verilmez: İnsanın aslına yani annesine, babasına, dedelerine, büyük annelerine ve onların büyüklerine usûl denir. Oğluna, kızına, torunlarına, torunlarının çocuklarına ve torunlarının torunlarına da fürû denir. Bir kimsenin usûl ve fürû'u yoksul da olsalar onlara zekât veremez. Çünkü İslâm'da, varlıklı kimseler yoksul olan yakınlarını bakmakla yükümlüdür.
Eşler birbirine veremez: İslâm'da her erkeğin ekonomik durumuna göre eşinin yeme, içme, giyinme, mesken ve ısınma gibi ihtiyaçlarını karşılaması zorunlu olduğundan, eşine zekât veremez. Kadının kocasına zekât vermesine gelince, İmâm-ı A'zam'a göre kadın da kocasına zekât veremez. İmâm-ı Şâfî, İmâm-ı Ebû Yusuf ve İmâm-ı Muhammed'e göre kadın kocasına zekât verebilir, ancak verdiği zekâttan kendisi yararlanamaz.
Zenginlere verilmez: Kurban nisabına sahip olanlara yani borçlarının dışında 90 gr altını ya da ona eş değerde parası, fazla evi, fazla giysileri ve kullanılmayan lüks eşyaları olanlar, dînî açıdan zengin sayılır ve bunlara zekât verilmez.
İmâm-ı Şâfi'ye göre, iş bulmaya ve çalışmaya gücü yettiği halde çalışmayıp müslümanların malına göz dikenlere de zekât verilmez.
Hâşimoğullarına verilmez: Zekât malın kiri anlamına geldiğinden, Peygamberimiz (s.a.v.) in amcaları Hz. Abbas ve Hz. Hâris ile Hz. Ali, Hz. Cafer ve Hz. Akîl'e ve onların soyundan gelenlere zekât verilmez. Çünkü bunlara beytü'l-mal (devlet hazinesin) den bir pay verilir.
Zekât ne zaman ve nasıl verilir?
İster hibe, ister sadaka, ister mîras, ister kazanç ve ister söz, nişan ve düğünde takılan altınlarla ilk defa zekât nisabına sahip olan kimseye, üzerinden bir kamerî yıl (355 gün) geçince zekât farz olur ve aradaki iniş çıkışlar dikkate alınmadan yıl sonundaki mal varlığına göre zekâtını verir.
Zekât farz olunca hemen ödeme imkânı olanların ve zekâtı verecek gerçek fakirleri bulanların zekâtlarını geciktirmeden vermeleri gerekir. Çünkü kamerî (hicrî) bir yıl dolup da zekât farz olunca, malın kırkta biri (% 2.5) fakirlerin hakkıdır ve bu hak mal sahibinin elinde emanettir. İstek olunca emâneti derhal sahibine vermek gerektiği gibi gerçek fakirleri bulunca da emanet olan zekâtı hemen fakirlere vermek gerekir.
Zekâtı verirken niyet etmek şarttır. Çünkü niyet edilmeden verilen para, mal ve eşyalar zekât yerine geçerli değildir. Niyet, zekâtı fakire ya da vekile verirken kalben yapılır ve fakirin duyması şart değildir. Zekâtı ayırırken niyet edenlerin, zekât olarak ayırdıkları parayı ve malı fakire ya da vekile verirken tekrar niyet etmelerine gerek yoktur.
Niyet edilmeden fakirlere verilen para ve mal gibi şeyler ve eski alacaklar, sonradan zekâta sayılamaz. Bir fakirden alacağı olan kimse onu zekâta sayabilmesi için, önce alacağı kadar parayı o fakire, eğer o fakire güvenmezse onun vekil edeceği bir kimseye verir, sonra alacağını gereğinde zor kullanarak geri alabilir.
Temlik ve kat-ı menfaat
Zekâtın geçerli olması için en önemli özelliklerinden biri de temlik ve kat-ı menfaattir. Temlik, zekâtı bir fakirin eline teslim etmek ve onu o mala, paraya sahib kılmak demektir. Kat-ı menfaat ise fakire verdiği zekâttan ilgisinin tamamen kesilmesi ve ondan hiçbir şekilde yararlanmaması demektir.
On fakiri evine davet edip sabah-akşam doyuran kimse, yemin kefâretini ödemiş olur. Zekâta gelince, bir kimse zekâta ayırdığı para ile erzak alıp yüzlerce fakiri günlerce doyursa bile, temlik olmadığı yani fakir bir mala, paraya sahip olmadığı için bunlar zekât yerine geçmez.
Bir kimse zekât niyeti ile Kur'an kursuna ya da talebe yurduna erzak götürse ve o erzak orada pişirilip öğrenciler birlikte yese ya da para yardımı yapsa ve o para ile kursa ya da öğrenci yurduna demirbaş eşya alınsa, temlik olmadığı yani öğrencilerin hiçbiri kişisel olarak bir mala ya da paraya sahip olmadıkları için zekât yerine geçmez.
Bir kimse birlikte yaşadığı fakir teyzesine zekâtından para verse ve teyzesi o para ile eve bir eşya ya da yiyecek alsa, kat-ı menfaate ters düştüğünden yani kendisi, eşi ya da çocukları ondan az çok yararlanacakları için zekât yerine geçmez.
Mânevî köprü
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Zekât, İslâm'ın köprüsüdür. (Taberânî-Beyhakî)
Zekât, Allah'ın (c.c.) mal verip şükürle imtihan ettiği zengin müslümanlarla, Allah'ın (c.c.) mal vermeyip sabırla imtihan ettiği fakir müslümanların gönlünü birbirine bağlayan ve aralarında mânevî iletişimi sağlayan bir köprüdür.
Yüce Allah buyuruyor:
Ve onların (zenginlerin) mallarında isteyen fakirlerin de, istemekten çekinen fakirlerin de hakkı vardır. (Zâriyât, 19)
“Mü'minler kardeştir” ilkesinin farklı yorumlanmaması, din kardeşleri arasında zengin-fakir ayrımı yapılmaması ve zekâtı verenle alan arasında üstünlük-aşağılık duygusunun oluşmaması için,
Allah (c.c.) zekât vermekle yükümlü olan her zenginin malında ve kazancında isteyen fakirlerin de, istemekten çekinen fakirlerin de hakkı yani kırkta bir (% 2,5) oranında bir kâr payı olduğunu bildiriyor.
***
Ahmet Tomor Hocaefendi
ZEKÂT ve FİTRE KONULU SOHBETİMİZ
Comments