2770759
top of page
Ahmet Tomor Hocaefendi

ZULÜM VE ÇEŞİTLERİ

Güncelleme tarihi: 21 Eyl 2021

Yüce Allah buyuruyor:

Zâlimlerin (kıyâmet günü) hiçbir yardımcısı yoktur. (Hac, 71)

Güçlü olanların güçlerini ve mâkam sahibi olanların yetkilerini kötüye kullanıp insanlara karşı her çeşit haksız davranışlarda bulunmalarına zulüm ve zulüm yapanlara da zâlim denir. Zâlimler genelde güçsüzlere ve kimsesizlere zulmettikleri için, kıyâmet günü onlar da güçsüz ve kimsesiz kalacak, hiç kimse onlara yardım ve şefaat edemeyecek.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Zulümden çok sakınınız. Çünkü zulüm, kıyâmet günü (zâlimi kuşatan) karanlıklar (olacak) dır. (Buhârî-Tirmizî)

Dünyada haksız yere baskı, zulüm ve zorbalık yapıp insanların hayatını karartanlar, yeniden dirilip kabirlerinden kalktıkları gün onların da hayatı kararacak, korku ve paniğe kapılıp çılgın gibi olacaklar. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.v.) “Zulümden çok sakınınız” diye bizi uyarıyor ve kıyâmet günü zâlimlerin karanlıklar içinde kalacağını haber veriyor.

Allah'a karşı, insanlara karşı ve insanın kendi nefsine karşı olmak üzere üç çeşit zulüm vardır ve içlerinde en çirkin olanı, kuşkusuz Allah'a (c.c.) karşı olan zulüm yani haksızlıktır.

Allah'a karşı zulüm

Yüce Allah buyuruyor:

Kesinlikle şirk (Allah'a ortak koşmak), büyük bir zulümdür. (Lokman, 13)

En büyük zulüm ve en büyük haksızlık, göklerin ve yerin tek egemeni ve bütün âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) şirk (ortak) koşmaktır. Allah'tan başka tapınılan her şeye put, putlara tapınmaya şirk ve şirk koşanlara da müşrik denir.

Şirkin pek çok çeşitleri vardır ve en yaygın olanı heykelciliğe dayanan putçuluk hareketidir. Belirli kişilerin anısına dikilen ve zamanla kutsallaştırılan heykellere put denir. Bu tür heykellerin önünde tören, âyin ya da saygı duruşu adı altında tapınmaya şirk ve tapınanlara da müşrik denir.

Yüce Allah buyuruyor:

Kuşkusuz Allah kendisine şirk (ortak) koşulmasını asla bağışlamaz, bunun dışındakileri ise dilediği kimseler için bağışlar. (Nisâ, 48)

Tören ve saygı duruşu adı altında putlaştırılan heykellere tapınanlar, sapık ideolojileri ve din karşıtı sapık rejimleri destekleyenler, eğer tevbe edip İslâm'a dönmeden ölürlerse Allah (c.c.) onları asla affetmeyeceği ve hiçbir kimse de onlara şefaat edemeyeceği için cehennemde ebedî kalacaklar.

Yüce Allah buyuruyor:

Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir? Onlar (kıyâmet günü) Rablerine arz olunacaklar, şâhitler de: “İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir” diyecekler. İyi bilin ki, Allah'ın lâneti (bu) zâlimlerin üzerinedir.

Onlar Allah'ın yolundan (insanları) alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyenlerdir. Gerçekte onlar âhireti de inkâr ederler. (Hûd, 18-19)

Gerçekte Allah'a ve âhiret gününe inanmadığı halde din adamı kimliği adı altında İslâm'ı içinden yıkmaya çalışan ve yalanlar uydurup Allah'a (c.c.) ve dine iftira edenlere zındık denir. Kendilerine din adamı görüntüsü veren zındıklar kâfirlerden daha tehlikeli oldukları için Allah (c.c.), istifhâm-ı inkârî ile “Allah'a karşı yalan uydurandan daha zâlim kimdir?” buyurarak hiç kimsenin onlardan daha zâlim olmadığını özellikle vurguluyor.

Günümüzde art niyetli bazı ilâhiyatçılar, İslâm karşıtlığı ile bilinen belirli kanalların desteği ile insanları Allah'ın yolundan alıkoyup eğri yollara saptırmak için şeytanla yarışıyorlar. Ancak şeytanı lânetleyen Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “İyi bilin ki, Allah'ın lâneti (bu) zâlimlerin üzerinedir”.

İlâhlık taslayanlar

Yüce Allah buyuruyor:

Onlardan (sapıklardan) kim: “Ben de ilâhım” derse, onu cehennemle cezalandırırız. İşte zâlimlere böyle ceza veririz. (Enbiyâ, 29)

Yüce Allah buyuruyor:

Kim Allah'ın indirdiği (kanunlar) ile hükmetmezse, işte onlar zâlimlerdir. (Mâide, 45)

Toprak maddelerinden yaratıldığını ve geçici bir dünya saltanatından sonra ölüp, çürüyüp tekrar toprak maddelerine dönüşeceğini unutan Nemrud ve Firavun gibi kanlı diktatörler açıkça ilâhlık davasına kalkışırken,

Bazıları da Allah'ın (c.c.) kanunlarını yürürlükten kaldırıp yerine kendileri kanunlar koyarak örtülü bir şekilde ilâhlık davasına kalkışmışlardır. Ancak “Her canlı ölümü tadacaktır” kanununu yürürlükten kaldırmaya güçleri yetmeyince, sonuçta her biri cehennemdeki esfel-i sâfilîn'e (aşağıların en aşağısına) yuvarlanıp gittiler. Ne diyelim? Cehennem onlara helâl ve ateşleri bol olsun demekten başka elimizden bir şey gelmiyor ki!

İnsanlara karşı zulüm

Yüce Allah buyuruyor:

Sakın zâlimlerin yaptığından Allah'ı habersiz sanma! Onları (cezalarını) ancak gözlerin dışarı fırlayacağı (dehşetli) bir güne erteliyor. (İbrahim, 42)

Gecenin karanlığında yerin altındaki kara karıncaları gören ve antenleri ile yaptıkları sessiz konuşmaları işiten Allah (c.c.), hiç kuşkusuz ıssız, tenha yerlerde ve gecenin karanlıklarında kapalı yerlerde yapılan zulümleri de görür ve mazlumların iniltilerini işitir. Ancak hikmetinin gereği bazı zulümlerin cezasını hemen dünyada vermeyip o dehşetli mahşer gününe erteler.

Dünyada çeşitli haksızlıklara uğrayanlar ve itilip kakılanlar, ana-babanın yavrusundan kaçtığı o dehşetli mahşer gününde kendilerine haksızlık edenlerden haklarını alınca ve mîzanları sevaplarla dolunca yüzleri gülecek ve âhirete ertelediği için Allah'a (c.c.) çok çok şükürler edecekler.

Yüce Allah buyuruyor:

Kim zulme (haksızlığa) uğradıktan sonra hakkını (misli ile) alırsa, artık onlara yapılacak bir şey yoktur. (Şûrâ, 41)

Zulme uğrayan kimse hasmından aynı misli ile hakkını alırsa, örneğin çıplak eli ile bir tokat vurana o da çıplak eli ile ve aynı şiddette bir tokat vurursa, hakkını dünyada aldığı için dava düşer ve âhirete ertelenmez.

Ancak kendisine çıplak eli ile hafifçe bir tokat vurana eğer daha şiddetli, daha fazla ya da sopa ile vurursa, karşı taraf alacaklı duruma düşer ve mahşer günü aradaki farkı sevap olarak alır.

Yüce Allah buyuruyor:

Zulüm (haksızlık) edene sakın meyletmeyin (taraftar ve duyarsız olmayın). Sonra size de ateş dokunur. (Hûd, 113)

Zulüm ve haksızlık eden kimse en yakınımız bile olsa, onun zulmüne ortak olmamak ve onunla birlikte ateşte yanmamak için taraf tutmayalım ve zulme karşı duyarsız olmayalım. Çünkü zulme, haksızlığa uğrayanlara yardım etmek, onların haklarını aramalarına yardımcı olmak ve gerektiğinde şâhitlik yapmak, onların durumunu gören ve bilen müslümanlara farz-ı kifâye dir.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Müslüman, müslümanın (din) kardeşidir. Ona zulüm yapmaz ve onu zâlime teslim etmez. Kim bir din kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı sıkıntıdan kurtarıp rahatlatırsa, Allah da kıyâmet günü o kimsenin sıkıntılarını giderir. Kim bir müslümanın kusurlarını örterse, Allah da o kimsenin kusurlarını örter. (Buhârî-Müslim-Tirmizî-İbni Mâce-Ebû Dâvûd)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Mazlumun bedduasından şiddetle sakının. Çünkü onun (bedduası) ile Allah arasında bir perde (engel) yoktur. (Buhârî-Müslim-Tirmizî-Ebû Dâvûd)

Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:

Kâfir bile olsa mazlumun bedduasından sakının. Çünkü onun (bedduasının) kabul olmasına bir engel yoktur. (Ahmed İbni Hanbel-Ebû Ya'lâ)

İnsanın kendi nefsine karşı zulmü

Yüce Allah buyuruyor:

Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşip dilediğiniz yerden (dilediğinizi) yiyin. (Sadece) şu ağaca yaklaşmayın! Sonra (nefsine zulmeden) zâlimlerden olursunuz. (A'râf, 19)

Kin ve intikam hırsı ile yanan ve sürekli fırsat kollayan şeytan, sonunda aradığı fırsatı yakaladı ve Hz. Âdem ile Hz. Havva'ya yasaklanmış ağacın meyvesinden yedirmeyi başardı.

Yüce Allah buyuruyor:

Rableri onlara: “Ben size o ağacı (meyvesini) yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır demedim mi?” diye seslendi. (Âdem ve Havva) dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak zarara uğrayanlardan oluruz”. (A'râf, 22-23)

Şirk (ortak) koşma gibi Allah'a (c.c.) ve kul hakkı gibi başkalarına karşı olmayıp zararı sadece günahı işleyen kişilerle sınırlı olan zulümlere “insanın kendi nefsine karşı zulmü” denir.

Hz. Âdem ile Hz. Havva'nın yasaklanmış bir meyveyi yemelerinin zararı sadece kendileri ile sınırlı olduğundan, “Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik” diye suçlarını itiraf ettiler. Sonra bu zulmün cezasından korktukları için “Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak zarara (azaba) uğrayanlardan oluruz” diye tevbe edip yıllarca ağladılar.

Bizler de haram bir lokma yediğimiz, harama baktığımız ya da bir vakit namazı tembellik edip kazaya bıraktığımız zaman, “Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik” diye suçumuzu itiraf etsek ve sonra “Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen muhakkak zarara uğrayanlardan oluruz” diye tevbe edip gözlerimizden birkaç damlacık yaş akıtabilsek,

Hz. Âdem ile Hz. Havva'yı bağışlayan ve merhamet edip tekrar o güzelim cennetine aday yapan Allah (c.c.), hiç kuşkusuz bizleri de bağışlayıp merhamet eder ve o güzelim cennetine aday yapar.

“Kul hatasız olmaz” derler. Doğrudur ama şeytan gibi hatada israr etmeyelim, Hz. Âdem gibi pişman olup gözyaşı dökelim. İyi bilelim ki sonuçta Allah'a (c.c.) döneceğiz ve hakkımızda vereceği kesin kararı boynumuzu bükerek bekleyeceğiz...

***

Ahmet Tomor Hocaefendi


İLGİLİ VİDEO KLİBİMİZ





310 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ZİKİR

Comments


bottom of page